Su kaynaklarının bilinçsizce tüketilmesine dikkat çekmek için oluşturulmuş sıra dışı bir kurgu...
Bilinmeyen bir dünyaya doğru uzun bir yolculuğa hazır olun!
Dahi bir dede, kendini köpek sanan Ramazan adında bir papağan, biri, İran şahının gelip onunla evlenmesini bekleyen Prenses adında diğeri, azmanlıklarıyla etrafındakileri bıkıp usandıran Rüstem adında iki garip kedi, süpersonik tekerlekli sandalyesiyle fırtına gibi esen Burhan, ağabeyi Orhan ve pek tabii ki başkahramanımız Ali. Hepsi de bu büyük görev için hazır. Çantalarındaki boyzap, tepegöz ve maymuncuk gibi her nevi teknolojik aletle taarruz anını bekliyorlar. Peki ama neye karşı?..
Biraz geriye gitmeye ne dersiniz? 12 yaşındaki Ali, gecenin bir yarısı kalkıp elini yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Musluğu açtığında şaşırtıcı bir gerçekle karşılaştı. Musluktan su yerine nohut büyüklüğünde, yumuşak ama parçalanmayan kahverengi cisimler akıyordu. Bu dehşetengiz durum karşısında hayrete düşen Ali gördüğü cisimlere “Bakboklar” adını verdi. Peki ama bu acayip cisimler sadece kendi evlerinin musluğundan mı akıyordu yoksa çoktan şehrin su şebekesine karışmış mıydı?.. Ne yapıp edip bunu öğrenmeliydi. Onun için aceleyle dedesinin evine koştu. Ali’nin dedesi uçuk kaçık, çocuk ruhlu bir adamdı. Bildiğimiz dedelere hiç benzemiyordu. Eğlenceye düşkün, yeri geldiğinde akıllı uslu konuşabilen ama komik olmaktan da asla çekinmeyen biriydi. Ali ve dedesi, Ramazan ve Rüstem’i de beraberlerine alıp Ali’nin babasının cipiyle bu gizemi çözmek için yola koyuldular. İlk durak Burhan’ın eviydi. Ama o da nesi? Yolda denetim için yollarını kesen ekibin yüzleri yerine siyah bir ışık yanıyordu. Garip yeşil kıyafetler giyinen bu yaratıklar bir de havada yürümesinler mi? Kimliği belirsiz bu yaratıklar da kimdi? “Yokyüzler”!?
Ali ve muhteşem ekibi bu olayı çözmek için ant içmişti. Çoktan yola koyulmuşlardı bile… Üstelik duvarları saydam bir uzay gemisinde, gezegenlerine yaklaştıkça yüzleri belirginleşen bir dizi yaratıkla birlikte.
Bu heyecanı onlarla paylaşmaya var mısınız?